1. Skip to Menu
  2. Skip to Content
  3. Skip to Footer

İklim Değişikliği ve Ekonomiye Yansımaları - Karbon Ticareti, Dünyadaki Yönelim ve Türkiye

Share

Dr. Reşat Uzmen

[Konusu: İklim değişikliğinin felaket getirici sonuçlarını her geçen gün arttırdığı bir ortamda BM ve ilgili kuruluşları bu olgunun insan kaynaklı olduğunu kesin bir dille vurguluyorlar. Türkiye’nin ve ABD’nin henüz imzalamadığı Kyoto Protokolü çeşitli mekanizmaları devreye sokarak 2012 yılına kadar Sera Gazları (SG) salımında indirimler yaptırmayı öngörüyor. Dünyadaki dev firmalar yatırımlarını daha az SG olacak şekilde yenilikçi teknolojilere kaydırıyorlar. Enerji-yoğun sektörler (fosil yakıtlı enerji sektörü, çimento, cam, demir-çelik,vb.) teknolojik yenilikler peşinde. İstedikleri kadar SG salım indirimi yapamayan firma veya ülkeler, kalkınmış veya kalkınmakta olan ülkelerde SG salımını azaltıcı faaliyetlere yatırım yaparak buradan kazanılan SG kredilerini kendi paylarından düşüyorlar (karbon ticareti). 1990’dan 2005’e kadar SG salımını % 74,4 oranında arttırarak bu alanda dünya birincisi olan Türkiye’ye bu yolda devam etmesi durumunda  hiç kimsenin hoşgörü göstermesi beklenmemelidir. Özel sektörün pek çok alanında acaba bu durum yeterince anlaşılmış mıdır? Milli firmalarımız ürettikleri mal ve hizmetlere gelecek karbon vergisi konusunda hem mali yönden, hem de itibar bakımından kayba uğramayı göze alabilecekler midir? Bu makalede bu hususlara değinilecektir...]

GİRİŞ

Artık küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği meselesi iyice güncel hayatımızda yerini almıştır. Özellikle ülkemizde son yıllarda kış mevsimlerinin ılık ve az yağışlı geçmesi, şiddetli sıcaklarla dolu yaz mevsimleri yaşanması ve buna bağlı olarak daha çok büyük şehirlerde görülen su yetmezliği kamuoyunun “iklim değişikliği” üzerindeki ilgisini yoğunlaştırmıştır. Aslında iklim değişikliği konusu çok farklı parametrelere bağlı oldukça derinlemesine inceleme gerektiren yeni bir bilim dalı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun en açık kanıtı, Birleşmiş Milletlerin (BM) bünyesinde “İklim değişikliği çerçeve sözleşmesi”nin oluşturulmuş olması ve iklim değişikliğine yol açan sebepleri incelemek üzere “Hükumetlerarası İklim Değişikliği Paneli” (HİDP) adında bir teşkilât kurulmuş olmasıdır. Bilimsel ve teknik çalışmalar yapan HİDP’nin 2007 sonunda açıkladığı ve Bali’de çerçeve sözleşmesi taraflar konferansında tartışılan raporuna göre “iklim değişikliğine yol açan etkenlerin % 90’dan fazla olasılıkla insan faaliyetleri sonucu oluştuğu” açıklıkla ortaya konmuştur. Söz konusu etkenlerin başında sera gazlarının (SG- karbon dioksit, metan, azot oksit, vb. gazlar)) atmosfere salınması gelmektedir; SG salımı da sanayi, enerji üretimi, tarım, inşaat, taşımacılık vb. gibi ekonomiyi birinci derecede ilgilendiren insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. SG salımının sektörler arası ve ülkeler arası dağılımı ile küresel ısınma ve iklim değişikliğini nasıl etkilediğine dair ayrıntılı bilgileri içeren eserler bulunduğundan burada daha fazla ayrıntı verilmeyecektir.

BM İklim Değişikliği sözleşmesinin temel felsefesi, insan faaliyetleriyle oluşan iklim değişikliğini insan faaliyetlerinin yeniden düzenlenmesi yoluyla olabildiğince azaltmaktır. Aksi takdirde SG’nın bugüne kadar olduğu gibi atmosfere denetimsiz olarak salınması durumunda 2050’de 2 oC’lik ve 2100 sonunda da 5-6 oC’lık ortalama sıcaklık artışları olacağı kesin bir dille ifade edilmektedir. Ancak SG salımındaki azaltmalar kaçınılmaz olarak sanayi faaliyetlerini etkilediğinden, bunun ekonomik kayıpları da olacaktır. Önemli olan, hiçbir şey yapılmadığı takdirde meydana gelecek ekonomik kayıpların, SG salımlarını azaltmak için yapılacak ekonomik fedakârlıkların çok üstünde olacağının kavrayabilmektir.

KÜRESEL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN TAŞIDIĞI RİSKLER

Dünya ortalama sıcaklığını arttıran ve dolayısıyla beklenmedik iklim değişikliklerine yol açacak olan insan kaynaklı SG salımları alınan bütün tedbirlere rağmen durdurulamazsa 2050 yılına doğru dünya ortalama sıcaklığında 2o’lik bir artış olacağı kuvvetle öngörülmektedir. Bu artışın iklim üzerinde meydana getireceği olumsuz değişiklikler kalkınmış ülkelerde ve çok daha ağır bir şekilde kalkınmakta olan ülkelerde hissedilecektir. 21. yy.ın ikinci yarısında bu artış devam ederse 2o’nin üzerinde olacak ortalama sıcaklık artışları küresel felâket olarak adlandırılacak çok daha vahim iklim değişikliklerine yol açacaktır.

2o’lik bir artışta çok daha kolay bir şekilde yapılan tahminlere göre, sıcak günlerin sayısı artacak, soğuk günlerin sayısı azalacak, dünyanın pek çok yerinde artan neme bağlı olarak daha şiddetli fırtınalar daha sık görülür olmaya başlayacaktır. Buna karşılık, uzun ve sıcak geçecek olan yazlar şiddetli kuraklıkları da beraberinde getirecektir. Bu arada şiddetli yağışlar ve sel baskınları daha güçlü ve daha sık görülür olacaktır. 20. yy’ın son yıllarına göre, 21. yy.da aşırı sıcaklar 100 kez daha fazla meydana gelecektir. Aşırı hava koşullarının sıklığı ve şiddeti de artış gösterecektir. Unutmayalım 2005 yılında meydana gelen doğal felâketler dünya ölçeğinde 220 milyar dolarlık zarara sebep olmuştur.

İklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkileri incelendiğinde, önce, daha ılıman olan iklim ve atmosferde artan CO2 (karbondioksit) miktarının 2050’ye kadar tarım ürünleri verimini bir miktar arttıracağını göstermektedir. Unutulmamalıdır ki verimde görülecek bu artış kuzeydeki ülkelerde görülecek, daha güney enlemlerde yer alacak bölgelerde kavurucu sıcaklar ve kuraklık hükmünü daha çok gösterecektir. Bu arada fosil yakıtların (petrol, kömür, doğalgaz) kullanılmasından ortaya çıkan CO2’in bitkilerin büyümesini biraz hızlandıracağı bilinmekle beraber aynı zamanda fosil yakıtlardan kaynaklanan yeryüzüne yakın atmosferde “ozon” miktarındaki artış tam tersi etki yaparak CO2 artışının sağlayacağı verim artışını süratle yok edecektir. 2050’den veya 2o’lik artıştan sonra ise tarımda kesin bir verim düşüklüğü baş gösterecektir. Bu durumda ya tarım alanları daha kuzey bölgelere kaydırılacak (tabii imkân varsa), ya da söz konusu kurak ve daha sıcak iklime dayanıklı bitki türlerinin geliştirilmesine ağırlık verilecektir.

İklim değişikliğinin sanayi ve altyapı üzerindeki etkileri daha çok şiddetli fırtınaların, sellerin ve sıcak hava dalgalarının sayısındaki ve şiddetindeki artıştan kaynaklanacaktır. 2005 yılındaki sâdece Katrina kasırgasının maddî zararının 135 milyar dolara çıktığını hatırlatmakta yarar vardır. Ortalama sıcaklığın artışı deniz yüzeyindeki su sıcaklığını da arttıracağından hortumlar Akdeniz kıyılarında da daha sıklıkla ve şiddetle görülmeye başlayacaktır (son yıllarda Antalya kıyılarında görülmeye başlayan hortumları unutmayalım!).  Bu arada sıcak dalgaları sırasında enerji ihtiyacı (soğutma amaçlı olarak) hızla artacak, dolayısıyla enerjinin hem temini, hem de maliyeti bundan etkilenecektir. Özellikle elektrik enerjisi durumunda barajların doluluk oranları düşerken, suyla soğutma sağlayan termik santrallar ve nükleer enerji santralları daha fazla üretime zorlanırken, su kaynaklarının azalması işi daha vahim hâle sokacaktır. Bir başka deyişle, daha da ısınacak sıcak mevsimlerde suya olan ihtiyaç şiddetlenirken, elektrik üretecek santrallar da talepten dolayı daha fazla soğutma suyuna ihtiyaç duyacaklardır. Ancak Türkiye’de yapılması planan nükleer enerji santrallarının soğutma suları göl ya da akarsulardan değil denizden (Akdeniz veya Karadeniz) temin edilecektir; deniz suyundaki sıcaklık artışının nükleer santrallardan çekilecek enerjinin veriminde bir miktar düşüş yapması kaçınılmazdır.

İklim değişikliğinin temiz su kaynaklarına olan etkileri olarak içme suyu, temizlenme, tarım ve sanayi ihtiyaçları açısından miktar ve kalite olarak temiz su temini oldukça zorlaşacaktır. Dünyanın bir yerlerinde aşırı yağışlar sellere, dolayısıyla tarım ürünlerinin zarar görmesine, can ve mal kayıplarına yol açarken, başka yerlerinde görülecek olan aşırı kuraklıklar can kayıplarına, göçlere, tarım ürünlerinin zarar görmesine, dolayısıyla açlığa sebep olacaktır. Ayrıca insanlar için hayati öneme sahip akarsuları besleyen dağlardaki kar ve buz kütlelerindeki azalma yaz aylarında, yani suya en fazla ihtiyaç duyulduğu zamanlarda akarsuların yeterince su taşıyamamasına yol açacaktır. Benzeri durumu 2007 yılında Marmara ve Ege bölgelerinde yaşadığımızı hatırlamakta yarar vardır.

İklim değişikliğinin insan sağlığına ve ekosistemlere olan olumsuz etkileri de giderek artacaktır. Sıcaklıkların artması bazı mikropların daha uzun süre yaşamasını ve yayılmasını kolaylaştıracaktır. Değişen iklim koşulları ekosistemlerin yapısını değiştirecek, bazı canlı türleri yol olacaktır. Ortalama sıcaklık değerleri artan Karadeniz kıyılarında bazı balık türlerinin bulunamaz olması veya geç ortaya çıkması güncel haberler arasında yerini almıştır.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN EKONOMİK MALİYETİ

İklim değişikliğine yol açan SG salımlarında daha hassas ölçümler yapıldıkça, gelecek ile ilgili iklim değişikliği sonuçları daha açık olarak belirlenmeye başlamıştır. Buna ait son veriler 2007 Aralık ayında Bali’de toplanan BM İklim Değişikliği Sözleşmesi 13. Taraflar Konferansı sırasında ortaya konmuştur. SG salımlarını azaltmak artık bütün dünya devletlerinin nerdeyse en öncelikli konusu haline gelmiştir. Çünkü bir ülkenin sorumsuz davranarak SG salımını kontrolsüz olarak arttırması diğer ülkeleri de yakından ilgilendirdiğinden bu küresel problem bütün insanlığı ilgilendiren bir mesele olmaktadır. Hiç kimse bu sorumsuzluğa sonuna kadar izin veremez.

Birçok ülke iklim değişikliğinin dünya ekonomisine ve kendi ulusal ekonomisine ne kadar zarar vereceğini, ortaya konan iklim değişikliği modellerine göre hesaplamaya başlamıştır. Örnek vermek gerekirse, İngiliz hükumeti danışmanı ve Ekonomik Hizmet Başkanı Sir Nicholas Stern’in hazırladığı “The Economics of Climate Change” başlıklı ayrıntılı raporu ve Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü’nün (DIW) raporu gösterilebilir. DIW’in raporuna göre SG salımlarını azaltmak yönünde hiçbir şey yapılmadığı takdirde 2100 yılında küresel ölçekte yıllık ekonomik zarar 20 trilyon dolara (doların 2002 fiyatına göre) erişecektir. Aynı çalışmaya göre, iklimi korumaya yönelik uyum sağlama önlemleri alınmaya başlanırsa sıcaklık artışı 2o C’ta sınırlanacak ve ekonomik kayıplar yarı yarıya düşecektir. Ancak, iklim değişikliğini önleyecek çabalar 2025 yılına kadar uygulamaya sokulmazsa 2100 yılında 2o C’lık sınırı tutturmak mümkün olmayacaktır. Bu aynen dev bir tankerin yanaşacağı limana 25 km kala makineleri stop ettirmesi gibi bir şeydir. Bir başka deyişle, daha geç başlayacak önlemlerin herhangi bir faydası olmayacaktır.

İklim değişikliğini önlemek için yapılacak çalışmaların da bir maliyeti olacağından hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Hiçbir şey yapılmadığı takdirde herkesin, özellikle kalkınmakta olan ülkelerin, büyük ekonomik kayıplara uğrayacağı artık apaçık ortada iken, yapılacak önleme çalışmalarının maliyetinin, hiçbir şey yapılmama durumunda ortaya çıkacak maliyetten düşük olması gerekir. Bu durumu doğru bir şekilde hesaplayabilmek için İngiliz hükumeti Ekonomik Hizmet birimi “karbonun toplumsal maliyeti” (KTM) adı altında bir kavram geliştirmiştir. Buna göre KTM “şu andan itibaren atmosfere salınacak fazladan bir ton karbonun sebep olduğu iklim değişikliği etkisinin değeridir”. İngiliz hükumeti 2002 yılı itibariyle KTM’nin 1 ton karbon için 35 ile 140 sterling (yakl. 70 ile 280 ABD doları) olduğunu hesaplamıştır. KTM’nin 2010’da 136 dolara ve 2050’de 286 dolara çıkacağı ayrıca hesaplanmıştır. Hesaplanması oldukça zor olan KTM’nin ortalama değeri belirlendikten sonra söz konusu bir ton karbonun atmosfere salınmasını önlemek için yapılacak maliyet KTM’nin altında (veya en azından ona eşit) kaldığı sürece toplum çok daha mutlu olacaktır.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELE NASIL YAPILIYOR?

SG salımında en büyük pay enerji üretimi ve kullanımına aittir. Dolayısıyla fosil yakıtlara dayalı enerji üretimi (elektrik ile ısı) ve kullanımı (taşımacılık, sanayi, vb.) üzerinde en fazla durulması gereken sektörler olmaktadır. Enerji verimliliğinin arttırılması, enerji talebindeki değişiklikler ve temiz (karbon salımı olmayan veya çok azalmış olan) enerji üretimi, ısıtma ve taşımacılığın benimsenmesiyle SG salımları önemli ölçüde düşürülebilir. Yenilenebilir enerjilerin ve diğer düşük karbonlu enerji kaynaklarının (nükleer enerji) yoğun kullanımına rağmen 2050 yılında fosil yakıtlar hâlâ dünya toplam enerji üretiminin yarısından fazlasını oluşturacaktır. Özellikle hızlı büyüme içinde olan kalkınmakta olan ülkelerde (Çin, Hindistan, Brezilya, Türkiye, vb.) kömürün enerji kaynağı olarak kullanılması hızla artacaktır. Bu bakımdan kömürün kullanılması ile atmsofere verilecek zararın azaltılması maksadıyla “karbon tutulması ve depolanması” büyük önem kazanacaktır.

Stern raporuna göre “...iklim değişikliği dünyanın en büyük piyasa çöküntüsüdür ve piyasanın diğer başarısızlıkları ile karşılıklı etkileşim içindedir. Bu meseleye küresel bir cevap verebilmek için üç unsurlu bir politika izlenmelidir: birincisi, vergilendirme, ticaret veya düzenleme yoluyla karbonun fiyatlandırılması; ikincisi, teknolojide yenilikçiliğin (innovative technologies) desteklenmesi ve düşük karbonlu teknolojilerin ortaya çıkarılması ve üçüncüsü de, enerji verimliliği önündeki engellerin kaldırılması ve iklim değişikliği ile mücadelede nelerin yapılması hususunda bireylerin eğitilmesi ve ikna edilmesidir...”

Mücadelenin en önemli unsuru uluslararası ölçekte varılacak uzlaşılar çerçevesinde istisnasız herkesin, alınması gereken önlemlere uymasının sağlanmasıdır. Gelecekte uluslararası uygulamaların temel unsurları şunlar olacaktır:

•Salım ticareti.
•Teknoloji işbirliği.
•Ormanların yok edilmesini azaltmada ortak eylem.
•Uyum sağlama.

Durumun ağır sonuçlarını anlayan ve kendi ticaret ve kazanç imkânlarının da ciddî riskler altına girdiğini fark eden uluslararası dev şirketler, yukarda sıralanan temel unsurlar çerçevesinde çaba göstermeye başlamışlardır. Özellikle şirketlere, piyasa koşullarında, bir yandan rakipleriyle rekabet ederken, öte yandan iklim değişikliğiyle mücadelede nasıl davranacaklarını göstermek maksadıyla oluşan “iklim değişikliği danışmanlık hizmetleri” kuruluşları çok büyük bir rağbet görmektedir. 2006 yılında sadece ABD’de faaliyet gösteren en öndeki 200 “çevre danışmanlık” firmasının toplam cirosu 42,2 milyar dolar olmuştur.

BM İklim değişikliği çereçeve sözleşmesini imzalayan ve Kyoto protokolünü onaylayan hükumetler zorunlu veya gönüllü SG (karbon) salım indirimlerini yerine getirmek üzere kendi ülkelerinde faaliyet gösteren her türlü şirketten salım indirimi talep etmektedir. Kyoto protokolüne göre 2012 sonunda ilgili ülkeler (Sözleşmenin Ek.1’inde yer alan ülkeler) 1990’daki karbon salımı değerlerinin ortalama % 5,2 altına inmiş olacaktır. En son Bali’de yapılan Taraflar Konferansında Kyoto protokolünün bitiş tarihi olan 2012’den sonrasi için yeni bir düzenlemenin adımları atılmış, karbon salımının 2030’lara kadar 1990 seviyesinin % 30 altına indirilmesi dile getirilmeye başlanmıştır.

BM İklim değişikliği sözleşmesini imzalayan ama Kyoto’yu imzalamamış olan Türkiye ise 2005 sonuna kadar SG salımlarını değil azaltmak, 1990 seviyesinin % 74,4 üstüne çıkarmıştır.

SG (veya karbon) salımı indirimlerine uymayan ülke ve/veya şirketlere çok ciddî ekonomik yaptırımların gelmesi kaçınılmaz görülmektedir. Bu bakımdan şirketler ürettikleri mal ve/veya hizmetler sırasında atmosfere salınan SG’ını azaltmak maksadıyla yenilikçi teknolojilere kaymak zorunda kalacaklardır.

Örnekler vermek gerekirse, kimi doğal gaz üreticisi şirketler üretimleri sırasında çıkan CO2’i tekrar deniz diplerinin altındaki jeolojik katmanlara depolamakta, kimi enerji üreticisi şirketler güneş fotovoltaik ve rüzgâr santrallarına yatırım yapmakta, kimi gıda zinciri işleten şirketler paketleme tekniklerini geliştirerek enerji tasarrufu yapmakta, kimi toplu taşımacılık yapan şirketler metro katarlarına frenleme sırasında çıkan sürtünme enerjisini kullanan sistemler eklemekte, kimi finans şirketleri ofislerinde kâğıt kullanımını ve aydınlatma tüketimini azaltıcı teknikler kullanmakta ve iklim değişikliği ile mücadele eden gruplara ciddî malî fonlar tahsis etmekte, kimi çimento şirketleri üretimde çıkan CO2’in stoklanması ve yakıt olarak fosil yakıtlar yerine kullanılmış araba lastikleri yakılması için yeni yatırımlar yapmakta, kimi araba üreticileri hem yakıt, hem de hidrojen kullanan yakıt pilli araçların (hibrit) üretimine ağırlık vermekte, kısacası şirketlerin önemli bir kısmı hem SG salımlarını azaltmakta, hem de “yeşil” etiketli ürünleri ile kendilerine ticarî itibar ve rekabet üstünlüğü sağlamaktadırlar. İklim değişikliği ile mücadelede bilinçlenme geliştikçe, SG salımlarını indirmek için yatırım yapan şirketlerin mal ve/veya hizmetleri çok daha büyük rağbet görecek, hisse değerleri de paralel olarak artacaktır.

Kendi şirketinin bünyesinde SG salımlarını önleyecek teknolojik değişiklikler çok yüksek maliyetli olan şirketler için “temiz kalkınma mekanizması – clean development mechanism –CDM)” denen olduça karmaşık bir yöntem Kyoto protokolü çerçevesinde devreye sokulmuştur. Özetle, kalkınmış bir ülke şirketi kalkınmakta olan bir ülkede SG salımını azaltıcı niteliği olan bir teknolojiye ya da orman dikimine daha az yatırım yaparak kendisinin daha büyük yatırımla bile sağlayamayacağı SG indirimini gerçekleştirirse, yatırım yaptığı şirketin fazladan çıkacak olan “onaylanmış salım indirimi”nden (OSİ) (certified emissions reductions-CER) yararlanabilmektedir.

Bir başka mekanizmada da, SG salım hedefinin üstünde SG indirimi sağlayan bir şirket hedefini tutturamamış bir başka şirkete kendi OSİ’lerini satabilir. Bu mekanizmaya kısaca “karbon ticareti” denmektedir. Şu anda bu ticarete giren ve kaydını yaptıran, satıcı, alıcı ve aracı yüzlerce şirket bulunmaktadır.

Bu bağlamda, 2008 Mart ayı içinde, AB’nin 27 üye devletinin başkanları ve hükumetleri, çevreye saygılı ürünlerin KDV’lerini indirme konusunda Fransa ve İngiltere’nin ortaklaşa verdikleri öneriyi inceleme kararı almışlardır. Buna göre, % 5’e kadar KDV indiriminden yararlanacak ürünler/mallar içinde CO2 salımı azaltılmış arabalar, yalıtkan maddeler, enerji tasarruflu ampuller ve düşük enerji tüketen ev aletleri yer alacaktır.

Anlaşılacağı üzere iklim değişikliğiyle mücadele eknominin can damarı hâline gelmiş bütün sektörlerde büyük bir önem kazanmaktadır.

TÜKİYE’DE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN EKONOMİYE İLİŞKİSİ KONUSUNDA NELER YAPILABİLİR?

Görülen manzara, Türkiye’de hâlen Çevre ve Orman Bakanlığı ile çevreci bazı STK’lar ile bazı duyarlı akademisyenlerin dışında, özellikle özel sektörün iklim değişikliği ve sonuçları üzerinde herhangi bir düşüncesi veya ileriye dönük projesi, planı olmadığı şeklindedir. Bu bakımdan yapılması gerekenler olarak şunlar sıralanabilir:

1.İklim değişikliği sebeplerini, sonuçlarını, uyum sağlama yöntemlerini, vb. her yönüyle inceleyecek stratejik araştırma merkezleri/enstitüleri/birimlerinin, ister üniversiteler bünyesinde, ister STK’lar, ister şirketler bünyesinde kurulması gerekir.

2.Özellikle  sanayi ve enerji üretim şirketlerine yönelik olarak, genel veya sektörel temelde iklim değişikliği sonuçları, karbon ticareti, vb. konularda bilgilendirici forum/seminer/sempozyum/konferanslar tertiplenmesine çalışılmalıdır.

3.Profesyonel “çevre” veya “iklim değişikliği” danışman şirketlerinin oluşturulmasına geçilmelidir.

4.İklim değişikliğinin özellikle Türkiye ve yakın çevresi üzerindeki, kısa, orta ve uzun vâdedeki sonuçlarını ortaya koyacak bilimsel çalışmalara öncelik ve destek verilmesi sağlanmalıdır.

YARALANILAN KAYNAKLAR:

1.UZMEN, R., “Küresel Isınma ve İklim Değişikliği – İnsanlığı Bekleyen Büyük Felâket mi?” Bilge Kültür Sanat Yayınevi, Nisan 2007, 176s.

2.“The Climate change industry takes root”, Special Report, Climate Change Corp.com, November 2007.

3.Euractiv.com değişik haberler.

4.ACKERMAN, F and STANTON, E. “Climate Change – the Costs of Inaction”, Report to Friends of the Earth England, Wales and Northern Ireland, Global Development and Environment Institute, Tufts University, 11 Ekim 2006.

5.STERN, N. “the Economics of Climate Change”, İngiliz Hükumeti ekonomi danışmanı, 30 Ekim 2006.

FacebookTwitter