1. Skip to Menu
  2. Skip to Content
  3. Skip to Footer

TRNTP Basın Duyurusu

Share

URANYUM ZENGİNLEŞTİRME MERKEZİ DEĞİL KÜRESEL NÜKLEER ENERJİ ORTAKLIĞI (GNEP) ÜYELİĞİ (Global Nuclear Energy Partnership, GNEP)

İlki 15 Ocak 2008 Çarşamba günü olmak üzere, bazı medya organlarında, Türkiye’ye “bölgesinin uranyum zenginleştirme merkezi olması”nın önerildiği ve İran’ın, "3. ülkelerde uranyum zenginleştirme işlemine, Türkiye’de yapılırsa razı” olacağını ve bu durumda zenginleştirme çabalarından vazgeçeceğini bildirdiği yönünde, herhangi bir yetkili kaynağa dayandırılmayan bazı ‘haber’ler yayınlandı.  Teklif iddiaya göre, Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün ABD ziyareti sırasında yapılmış ve ardından Türkiye’ye gönderilen ABD Enerji Bakanlığı müsteşarı tarafından da dile getirilmiş.  Sayın Güler izleyen günlerde; "Bu ifadeyi değiştirelim. Oradaki uranyum zenginleştirmesi değil, yakıt tesisi. İkisi arasında çok büyük fark var” açıklamasında bulundu.  Uluslararası duyarlılıklar açısından hassas bir konuda yol açılmış bulunan kavram karmaşasının giderebilmesine katkıda bulunmak için, bazı ayrıntıları açıklığa kavuşturmakta yarar görüyoruz.

ABD’nin 70’li yıllarda kurduğu nükleer santrallar, önümüzdeki yıllarda işletme ömürlerini doldurmak üzeredir ve  yenilenmeleri gerekmektedir.  Bundan da öte, artan elektrik talebinin karşılanabilmesi için, kurulu güç kapasitesinin arttırılması gerekiyor. Çünkü, ABD merkezli Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) tahminlerine göre, elektrik talebi 2030 yılına kadar, dünya genelinde ikiye katlanırken, ABD’de %50 oranında artacak.  Yönetim çevrelerinde; dünyanın bir enerji yetmezliğine doğru gittiği, petrol ve doğal gaz fiyatlarının birbirine endeksli olarak hızla arttığı bir dönemde, bunun ancak yeni nükleer santralların kurulmasıyla mümkün olabileceği kanaati yaygın.  Dolayısıyla, nükleer enerji sektörü, 30 yıllık bir durgunluktan sonra yeninden canlanma yolunda.  Dünyadaki eğilim de aynı yönde ve bu eğilimin, hızlı bir kaymaya dönüşmesi dahi mümkün.  Ancak, nükleer enerjinin hızlı gelişmesinin önünde iki engel var: Atıklar meselesi ve nükleer silahların yaygınlaşması endişesi...

Reaktörden çıkartılan kullanılmış yakıt için iki seçenek söz konusudur: Ya gözden çıkarıp tümünü atık saymak; ki buna ‘açık döngü’ veya ‘tek geçişli yakıt döngüsü’ deniyor; ya da içeriğindeki işe yarar izotopları ayrıştırıp, yeniden yakıt imalatında kullanarak, elde kalan atık miktarını azaltmak.  ‘Kapalı döngü’ olarak nitelendirilen bu ikinci seçeneğe, yakıtın ‘yeniden işlenmesi’ deniyor.  Halen kullanılan yöntem, II. Dünya Savaşı sırasındaki Manhattan Projesi kapsamında askeri amaçlı reaktörlerin yakıtındaki plutonyumu ayrıştırmak için geliştirilmiş olan ‘PUREX’ yöntemi.  Kullanılmış yakıttan ayrıştırılan plutonyum oksite dönüştürüldükten sonra, uranyum oksitle karıştırılarak (UO2-PuO2), yakıt haline getiriliyor.  ‘Metal oksit karışımı’ anlamında ‘MOX yakıtı’ denilen bu yakıtı, termal reaktörlerde %30’a varan oranlarda kullanmak mümkün.  Nitekim halen, Fransa, Japonya, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler bunu yapmakta.  Kullanılmış yakıtın bu şekilde yeniden işlenmesi; atığın hacmini azaltarak, yönetimini kolaylaştırır.    Ancak, işlemin ulusal ve uluslararası güvenlik açısından bazı riskleri var...

Kullanılmış yakıt üst düzeyde radyoaktif olduğundan, üzerinde çalışılması zordur.  Halbuki MOX yakıtı, radyoaktivitenin çoğu atıkta kaldığından, kolayca işlenebilir.  Hem de, içerdiği plutonyum uranyumdan, zenginleştirme gibi zor ve pahalı bir işleme gerek olmaksızın, kimyasal yöntemlerle ayrıştırılabilir.  Gerçi kullanılmış yakıttan ayrıştırılarak MOX’a katılmış olan plutonyum, fisil olmayan çift sayılı izotoplardan fazlaca içerdiğinden, nükleer silah yapımına uygun değildir.  Fakat, plutonyum hem kimyasal açıdan zehirli, hem de radyoaktif bir madde olduğundan; terör amacıyla yakıt işleme tesislerinden çalınıp, alışıldık patlayıcılarla karıştırılarak, ‘kirli bomba’ yapımında kullanılabilir.   Öte yandan, yakıt işleme teknolojisine hakimiyet, nükleer silah yapımına uygun nitelikteki plutonyumun üretilmesi ve eldesi imkanını da beraberinde getirir.  Birkaç kilogramlık plutonyum, kaba da olsa bir bombanın yapımı için yeterlidir.  Bu durumda, kullanılmış yakıtın yaygın olarak yeniden işlenmesi, nükleer silahların yayılmasının kolaylaşması ve uluslararası güvenlik risklerinin artması anlamına gelir.  ABD’de Carter yönetimi 1977 yılında bu yüzden, ülkede yakıtın yeniden işlenmesini yasakladı.  Amaç, aynı politikanın tüm dünyada benimsenmesi ve plutonyum ayrıştıran tesislerin çoğalmasının önlenmesiydi.  Bundan böyle, kullanılmış yakıtlar olduğu gibi saklanacak ve nihai depolama, Nevada eyaletindeki Yucca Dağı’nın altında hazırlanacak olan ‘jeolojik depo’da yapılacaktı.

Fakat Yucca’daki jeolojik depo, aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, büyük oranda konunun siyasallaşmış olması nedeniyle, hala açılamadı.  Kullanılmış yakıtlar, reaktör alanlarındaki beton kulelelerde geçici depolamaya alındı.  Gerçi bu sırada radyoaktiviteleri ve buna paralel olarak da, ürettikleri bozunma ısısının gücü büyük oranda azalmıştı.  Depo kapasitesini esas olarak ısıl güç düzeyi belirlediğinden, Yucca tesisinin açılması halinde içine daha fazla atık yakıt konulması mümkün hale geldi.  14 Şubat 2002’de ABD Enerji Bakanlığı, yeni nükleer santralların kurulmasını öngören ‘Nuclear Power 2010 Programı’nı başlattı.  23 Temmuz 2002’de Bush yönetimi Bakanlığa, Yucca Dağı’nda güvenli bir jeolojik deponun hazırlanması için bir sonraki aşamaya geçilmesi ve tesisin 2010 yılına kadar hazırlanması talimatını verdi.  Tesis maliyetinin 60 milyar doları bulması bekleniyor.  Fakat, zamanında tamamlansa dahi; halen birikmiş olanların yanında, şimdiki reaktörlerin o zamana kadar üreteceği kullanılmış yakıtları ancak alabilecek kapasitede.  Nükleer enerji programının genişlemesi durumunda yeterli olamayacak.  Bir ikincisinin yapımı ise, hem pahalı, hem de Yucca örneğinde olduğu gibi siyasi güçlüklerle dolu.  Halbuki, kullanılmış yakıtlar yeniden işlense, Yucca tesisinin kapasitesi %60 oranında artar.  Kaldı ki, kullanılmış yakıttaki ikincil aktinitlerin de plutonyumla birlikte ayrıştırılıp, hızlı reaktörlerde yakılması mümkündür.  Böyle bir ‘tam kapalı yakıt döngüsü’ ise, kapasite artışını 10 misline katlar.  Bu ‘gelişkin döngü’nün asıl yararı, atığın miktarını azaltmaktan çok, depolama süresini kısaltmaktır.  Çünkü bu süre; eğer ikincil aktinitler de ayrıştırılmışsa, geride kalan fizyon ürünlerinin büyük kısmını oluşturan Sr90 ve Cs137 çekirdeklerinin yarılanma ömrü 30 yıl civarında olduğundan, kabaca bu sürenin 10 misli, yani 300 yıl kadardır.  Aksi halde depolama süresi, aktinitlerin yarılanma ömrü çok daha uzun olduğundan, 3000 yılı aşar.

TRNTP BASIN DUYURUSU

Bush yönetimi 8 Ağustos 2005 yılında çıkardığı ‘Enerji Politikası Yasası’ ile, ilk kurulacak nükleer santrallar için, risk sigortası ve vergi kredisi içeren bazı teşvikler sağladı.  31 Ocak 2006’daki ‘Birlik Mesajı’nda da, ABD’nin ithal enerji kaynaklarına bağımlılığını ve fosil yakıt emisyonlarını azaltmaya yönelik ‘Gelişkin Enerji Girişimi’ni (AEI) açıkladı.  Bu kapsamlı girişimin bileşenleri arasında; yeni ve IV. Nesil reaktörlerin geliştirilmesine yönelik ‘Uluslararası Forum’ (GIF) ile, ‘Gelişkin Yakıt Döngüsü Girişimi’ (AFCI) yer alıyordu.  ABD yönetimi, ‘tek geçişli yakıt döngüsü’nden vazgeçip, yakıtın yeniden işlenmesi fikrini benimsemişti.  Ancak bu radikal politika değişikliğinin, nükleer enerji üretimine geçmek niyetinde olan ülkeleri de, yeniden işleme teknolojisine yönelteceği endişesi vardı.  Nükleer enerji kullanımının yaygınlaşmasını önlemek mümkün değildi.  Fakat, yakıt işleme teknolojsini, bu teknolojiye halen sahip olan ülkelerle sınırlama kararı alındı.  ‘Küresel Nükleer Enerji İşbirliği’ (GNEP) bu kanaat doğrultusunda, enerji Bakanı Samuel Bodman tarafından, 6 Şubat 2006’da açıklandı.  ABD, Rusya, Çin, Japonya ve Fransa; 21 Mayıs 2007’de bakanlar düzeyinde yaptıkları ilk toplantıda, kuruluş ilkelerini onayladılar.  Tasarıma göre; başta ABD olmak üzere bu 5 ülkede, geliştirilmesine çalışılan yeni süreçlere dayalı ‘bölgesel yakıt işleme tesisleri’ ve bu tesislerin yanında, ayrıştırdıkları plutonyumu ve ikincil aktinitleri yakacak hızlı reaktörler kurulacak.  Girişim, nükleer enerjiye geçmek isteyen ülkelere, yakıt işleme teknolojisinden uzak durmaları karşılığında yakıt garantisi veriyor.  Garantiye, kullanılmış yakıtın geri alınması da dahil olabilecek.  16 Eylül 2007’de Viyana’da yapılan ikinci toplantıda; ortaklığa 11 ülke daha katıldı. Bu ikinci toplantıda, Türkiye gözlemci olarak yer aldı.  Ortaklığın hedeflerini başarması zor olabilir...

Çünkü, yeniden işleme teknolojisinin geçmişi çok başarılı değil.  ABD’deki ticari bir tesis, altı yılda ancak bir yılda üretilen kullanılmış yakıt hacmini işleyebildikten sonra, ekonomik olmadığı gerekçesiyle kapatıldı.  İngiltere’nin BNFL firmasının Thorp işleme tesisi 2005 yılında, büyük bir radyoaktif sızıntıdan sonra durduruldu.  Fransa’nın Cogema kuruluşu sübvansiyonla çalışıyor ve termal reaktörlerin kullanabildiğinen fazlasını ayrıştırdığından, plutonyum biriktiriyor.  Japonya’nın ise, planlananın üç misli maliyetle 20 milyar dolar harcayarak kurmuş olduğu PUREX teknolojisine dayalı Rokkasho tesisinden vazgeçip, yeni işleme süreçlerine yönelmesi pek olası değil.  Öte yandan, hızlı reaktör teknolojisi geliştirilmeye muhtaç ve pahalı.  Ayrıca, ‘yakıt işleme tesisi ve yakıcı hızlı reaktör’ ikili sistemlerinin kurulması siyasi açıdan, yeni bir jeolojik depo kadar olmasa bile zor.  Hele GNEP kurucularının, başka ülkelerin kullanılmış yakıtını geri alma fikrini kendi kamuoylarına kabul ettirebilmeleri daha da zor.  Kaldı ki; Avustralya ve Brezilya gibi zengin uranyum kaynaklarına sahip olup, henüz zenginleştirme tesislerine sahip olmayan ülkeler, katkı değerini arttırmak amacıyla, yakıtını zenginleştirip satmayı tercih edebilir.  Nitekim, en büyük uranyum ihracatçılarından birisi olan Avustralya’nın, bu yönde tasarımları var.

En önemlisi, IAEA gibi uluslararası kuruluşlar dururken, ABD’nin tek taraflı olarak başlattığı bu girişimin, mevcut dünya manzarasında yaygın kabul görmesi olasılığı zayıf.  IAEA’nın, GNEP’in kuruluş amaçlarını başarmaya yönelik önerileri var.  IAEA, uluslararası bir yakıt bankası oluşturularak, nükleer enerjiden yararlanmak isteyen ülkelere yakıt güvencesi sağlanmasını, kullanılmış yakıtların da, yine uluslararası çabalarla kurulacak jeolojik depolarda saklanmasını öneriyor.  BM çatısı altındaki uluslarası bir yapının sağlayacağı güvencenin, ABD’nin başını çektiği bir oluşum tarafından sağlanana oranla daha az siyasi olması beklenir.  Kullanılmış yakıtın olduğu gibi saklanması, yüksek aktivitesi nedeniyle, içeriğindeki plutonyumun yanlış ellere düşmesini zaten engeller.  Hele, sözkonusu yakıt bankası bir miktar sübvansiyon altında çalıştırılırsa, bu bankaya üye olmak yerine, illa da yakıt işlemekte ısrar eden ülkelerin asıl niyetinin enerji üretimi olmadığı kanısı doğal olarak gelişir. Yeniden işleme sonuçta, atık hacminin azaltılması ve doğal uranyumun tasarruflu kullanımı gerekçeleriyle, yine devreye sokulur.  Fakat bu arada aceleye gelinmemiş ve üzerinde çalışılmakta olan teknolojiler yetkinlikle geliştirilmiş olur.

Kısacası, Türkiye’ye ‘uranyum zenginleştirme merkezi’ olması değil, GNEP üyeliği önerildi.  Yukarıda değinilen nedenlerden olası Türkiye henüz üyeliği kabul etmiş değil.  Pek çok diğer ülke gibi, GNEP’i gözleme sürecinde.  Girişimi çıkarlarına uygun görürse devlet geleneği içerisinde GNEP üyesi olabilir.

İlgili kanunun çıkması ile 52 yıllık Nükleer Teknolojiye geçiş hedefinin ülkemiz menfaatleri açısından zarar görmemesi; bu tür yanlış bilgiden kaynaklanan ve uluslar arası ilişkilerde tereddüte neden olabilecek yaklaşımlardan dikkatle kaçınılması ve yapıcı eleştirel bir yaklaşımla sürece dahil olmakla mümkün olacaktır. 
FacebookTwitter